24 Kasım 2011 Perşembe

SON BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ hakkında yazılanlar

İşte ölümünün ardından basında hakkında yazılanlardan bazıları:
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Alparslan Türkeş: Amerikan, İngiliz ve Fransız Belgelerinde

                        Rasim Ekşi
Bilgeoğuz Yayınları;
İstanbul, 2007, 13,5 x 21 cm, 441 sayfa, Türkçe, Karton Kapak.
ISBN No: 9756217324

Türk kamuoyu Alparslan Türkeş’i 27 Mayıs 1960 Hareketiyle tanıdı.3 Mayıs 1944’te yargılanmasına rağmen mesleğine dönmüş, kurmay olmuş, yurt dışında okumuş, Türk Ordusunun seçkin bir subayı olarak temayüz etmiştir. CHP’li olarak bilinen, İsmet İnönü’ye hayranlığı ile tanınmış olan gazeteci Cüneyt Arcayürek, 'Amerikan Gizli Haberalma Teşkilatı CIA ve diğer bazı yabancı servislerin 27 Mayıs’tan hemen sonra Alparslan Türkeş’i araştırmaya başladıklarını' yazmaktadır.Amerika’nın 27 Mayıs’ta kendi menfaati için uygun görmediği, siyasi hayatta iken, zararlı gördüğünü açıkça ilan ettiği, CIA’nın Türk İçisleri Bakanlığı’ndaki bürosunu kapatan Alparslan Türkeş mi ABD’ye yakındı? Fransız işgaline karsı direnen Cezayir milliyetçilerini destekleyen Alparslan Türkeş, Fransa’ya yakın olabilir miydi? İngilizler’in Kıbrıs’taki oyunlarını bozan; Atina ve Londra’nın adamlarının (Dr. Ihsan Ali Olayı ileride izah edilecektir) Türkiye’ye girmesini yasaklayıp Dr. Fazıl Küçük-Rauf Denktaş ikilisinin Kıbrıs Türklerinin lideri olarak kalmalarını sağlayan Türkeş’in İngilizlerle bir yakınlığı olabilir mi? Amerikalıların, İngilizlerin, Fransızların elinden çıkmış belgeler,3 Mayıs 1944 ve 27 Mayıs 1960 olayları ve Türkes’in siyasi hayatıyla ilgilidir. Bu belgelerle birlikte bu üç devreye dair bilgileri de okuyucularımıza aktardık. Böylece merhum Türkeş’in hayatının üç dönemi hakkında Amerika, İngiliz ve Fransızların neler düşündüğünü gözler önüne sermeye çalıştık. Ayrıca Rusların (Sovyet zamanında) , komünizmin en büyük düşmanlarından Alparslan Türkeş’le ilgili görüşlerinin de yine okuyucuların tarafından ilgisini çekecektir.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Millet Partisi kurucusu Osman Bölükbaşı ile merhum Başbuğ Alparslan Türkeş Kırşehir’de karşılaşırlar ve aralarında şu konuşma geçer;
Bölükbaşı:
Yahu Türkeş siz bir işaret yapıyorsunuz, kurda benziyor. Onu anladık da, benim bildiğim Türkeş ona bir mana yüklemiştir.

Türkeş:
Elbette ağabey (Bölükbaşı Başbuğ’dan yaşça büyüktür)

Bölükbaşı:
Peki nedir?

Türkeş:
(Bir eliyle bozkurt işareti yapar, diğer elinin baş parmağıyla işaret ederek tarif eder) Bak ağabey, şu serçe parmak Türk’tür, şu işaret parmağı da İslam’dır. Şu Bozkurt işareti yaptığımız işaretin arada kalan boşluk ise cihandır(dünyadır). Son olarak kalan 3 parmağın birleştiği nokta ise mühürdür. Yani ağabey işaret ederek gösterir isek, şu çıkar: Türk İslam Mührünü Dünyaya vuracağız..
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

TÜRKEŞ’İ TER PETROSYAN’DAN DİNLEYİN VE ŞAŞIRIN...

MEHMED ALİ BİRAND

Alparslan Türkeş hakkında herkesin görüşleri vardır.
Kiminin acı kiminin çekince dolu, kimilerinin de hayranlık dolu, anılarını ve değerlendirmelerini dinleyebilirsiniz.
Beni en çok şaşırtanı, Ermenistan Devlet Başkanı Ter Petrosyan ile konuşurken duyduklarımdı. Başka Devlet Başkanları ve parti liderlerinden duysam pek şaşırmayabilirdim ancak Ermenistan Devlet Başkanı anlatınca, önce kulaklarıma inanamadım. Sonra Dışişleri’ne sordum ve hikâyenin tamamını duyunca, hayretim daha da arttı.
Bana göre bu olay, Türkeş’teki büyük değişimi göstermesi açısından son derece tipiktir.
Türkeş’in eski lugatinde Ermeniler’e fazla yer yoktu. Eski Sovyetler Birliği’nin Türk kökenli cumhuriyetlerine ve özellikle de Azerbaycan’a düşkündü. Ermenistan siyasî hesapların içinde önemli bir yer tutmazdı. Siyasete girdiği yıllarda bütün ağırlığını Turancılığa verdi. Bütün Türkler’i bir araya getirmek için çabalayıp durdu. Sovyetler Birliği’nin de etkisiyle, Turancılık olayı Türkiye’de birçok kesimde kuşkuyla karşılandı.
Türkeş’in hapishanelere atılmasına dahi yol açtı.
O ise hiç yılmadı. Tüm eleştirilere rağmen yoluna devam etti.
İşte böylesine bir ortamda Türkeş için Ermenistan ters bakılan bir ülkeydi.
Ardından yıllar geçti.
Sovyetler Birliği dağıldı.
Türkiye ile Ermenistan’ın ilişki kurması gündeme geldi.
Dışişleri Bakanlığı bu ilişkinin resmî düzeye çıkarılmasından önce Ermenistan liderliğine bir mesaj yollamak istiyordu. Bunun için de, biraz mütereddit şekilde dahi olsa, Türkeş’ten yardım istendi. Reddedeceği tahmin ediliyordu.
Tam aksine, Türkeş hemen kabullendi.
Ermenistan lideri Ter Petrosyan Paris’te idi. Türkeş de Paris’te bir başka toplantıya katılıyordu. Resmî olmayan şekilde buluşmaları planlandı.
Bundan sonrasını bana Ermeni lideri kendi anlattı :
"... Gözlerime inanamadım. Türkeş’in bize yaklaşımını çok iyi bilirdim. Konuşmaya başlayınca, karşımda bambaşka bir Türkeş belirdi. Azeriler’le barış yapmamızın gereklerini anlattı. Kendinin arabuluculuk yapabileceğini söyledi. Türkiye ile Ermenistan’ın mutlaka uzlaşması gerektiğini sık sık tekrarladı... Türkeş ile bir defa da dolaylı şekilde mesajlaştık. Türkeş eskiden korku dağıtan, ülkücülerin eli silâhlı ve sopalı eylemlerinin başbuğu olarak bilinirdi. Türkiye’de olduğu gibi, biz Ermeniler arasında da kaygıyla bakılan bu liderin sonradan nasıl değiştiğine, nasıl yumuşadığına, silâh veya sertlikle bir yere varılamayacağını nasıl anladığını gözlerimle gördüm ve saygı duymaya başladım..."
Böyle bir tutum değişikliğini gerçekleştirebilmek cesaret işidir.
Her babayiğit politikacının yapabileceği bir şey değildir.
Türkeş’te yıllar içinde görülen büyük değişikliğin en tipik örneği işte budur.
1970-80’lerin acılı olaylarını, kimi zaman hatalarını aşıp kendini yenilemenin bir simgesi olmasını bilmiştir.
Darısı diğer liderlerin başına...
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
'Türkeş'in belgelerini yaktım'

"Türkeş en çok herhalde bana güvendi. Merhumun özel ve resmi evrakını yazdım ve okudum. Türkeş'in ölümünden sonra beş çuval dolusu evrakı yaktım. Bunlar açıklansaydı bugün de görevde olan çoğu kimse hakkında soruşturma açılırdı."

Merhum Alparslan Türkeş'in yazışmalarını yapan dönemin MHP Genel Sekreter Yardımcısı Naci Memiş, açıklama yetkisine sahip olmadığını söylediği beş çuval dolusu resmi ve özel evrakı yaktığını açıkladı. Yeni Şafak'a konuşan Naci Memiş, "Bu evrakların deşifre edilmesi halinde bugün görevde olan birçok insan hakkında soruşturma açılırdı. Bu bilgilerin deşifre edilmesi, bu adamların hayatlarına son verilmesi manasına gelir. Bunlar deşifre edilemezdi. Türkeş, bunlarla ilgili hatıralarını yazmadığına göre, böyle bir vasiyeti de olmadığına göre bunları ifşa etmek emanete ihanet etmek olurdu" dedi.

İşte Naci Memiş'in, yakın tarihimiz hakkında ilginç ipuçları veren açıklamaları:

Rahmetli Türkeş'in yanındaki göreviniz neydi?

Alparslan Türkeş tarafından planlanmış, İslam'da Birlik Şuuru ve Milliyetçi Hareket konferansları ülkenin her tarafında vermeye çalıştım. Milliyetçi hareketin tarihinde merkezden planlanmış tek faaliyettir. Uzun bir süre merhum Türkeş'in özel ve resmi evrakını yazdım ve okudum. Vefatına kadar yanındaydım. Almanya'dan döndü, Amasya'ya gitti, döndü ve o gece Hakk'ın rahmetine kavuştu.

Türkeş size çok mu güvenirdi?

Hayır, Türkeş kimseye yüzde yüz güvenmezdi. Türkeş, ben de dahil herkese karşı bir şüphe payı bırakırdı. Bana da vaktiyle hiç güvenmediği sırada, tecrübelerinden sonra en çok güvendiği insanın ben olduğuna her halde kanaat getirdi. Kendisine gelen her türlü şikayet mektuplarını dahi ben okurdum. Benim hakkımda, hatta bugünkü genel başkan hakkında gelen mektuplar da dahil. Çok resmi evraklarını da ben okurdum.

Liderler hakkında raporlar vardı

Yazışmaların fotokopilerini aldınız mı?

Kendisine gelen resmi ya da özel rapor vesairenin aslını verirdi. MHP camiasından ve devletin organlarından gelen istihbarat, özel raporlar da vardı. Türkeş hep devletin içindeydi. Devletin içinde olan insanlar da Türkeş'e birtakım raporlar, bilgiler verirlerdi. Çoğunluğu, PKK ve Güneydoğu meselesi ile ilgiliydi. Bunları biz Türkeş'e okur ve özetlerdik. Çok azını alır, diğerlerini almazdı yanına. Türkeş'e gelen ve yaktığım belgelerin ikinci ayağında, siyasi partiler hakkında idi. Siyasi parti liderler, kurmaylar, bizim partimizdeki şahıslar vesaire. Yine bu konuda da resmi raporlar da özel mektuplar da vardı. Siyasi parti liderlerinin özel hayatlarından tutun da sayın. Türkeş'in tüm partilerde adamı vardı çünkü. İstihbarata çok önem veren bir insandı Türkeş.

Ne kadar resmi?

Çoğu güvenlik ve istihbaratla ilgili. Örneğin, Güneydoğu'dan, bir validen gelen önemli bir değerlendirme raporu vardı. PKK'nın yaptığı yığınakları haber verilmiş, ancak üst yetkililer bu istihbaratı verenlerle alay etmişler, 'bu gibi olayları önemsemeyin, Silahlı Kuvvetler hepsini ezer' falan demişler.

Bahçeli'ye komplo mektubu

Özel evraklar da var dediniz. Ne gibi evraklar?

Canlı bir örnek vereyim. Bugünkü genel başkan hakkında bir öğretmenden bir mektup gelmiş. Mektupta, Bahçeli'nin kendi odasından bir hareket başlattığı, 'Türkeş'in işi bitti artık ayağa kalkmalısınız' dediği ifade ediliyor. Türkeş Bey, bu mektubu benden önce almış ve okumuş. O günkü Başkanlık Divanı üyelerinden birine daha okutmuş. Türkeş, hemen Başkanlık Divanı'nı toplayıp bu mektubu görüşmek istedi. Beni çağırdı. Durum çok kötü bir sonuca doğru gidiyordu. Uzaklaştırmakla da kalmayacaktı. Ben Devlet Bey'e karşı bir komplo olduğunu sezinledim. Karşı çıktım ve böyle bir mektupla karar alınamayacağını söyledim. Devlet Bey'in böyle bir niyeti olsa bile bu niyetini uluorta söylemez ki.

Bu evraklar hâlâ yanınızda mı?

Onlar bir emanetti. Türkeş'in ölümünden sonra yaktım. Beş çuval dolusu bu türden evrakı yaktım.

Neden yakma gereği duydunuz? Mesela oğluna verebilirdiniz?

Çünkü bu bir emanetti. Başkası tarafından istismar edilebilirdi. Kaldı ki bunlar Türkeş'in kendisine verilmiş bilgilerdi, oğluna değil. Bu bilgilerin deşifre edilmesi, bu adamların hayatlarına son verilmesi manasına gelir. Bunlar deşifre edilemezdi. Türkeş, bunlarla ilgili hatıralarını yazmadığına göre, böyle bir vasiyeti de olmadığına göre bunları ifşa etmek emanete ihanet etmek olurdu.

Deşifre olsaydı bu evraklar ne olurdu?

Çok sansasyon yaratmaya gerek yok ama bugün de görevde olan çoğu kimse hakkında soruşturma açılırdı.

Kaç çuval evrak?

Ben beş çuval dolusu evraklarını yaktım. Vicdanen de çok rahatım. Doğru yaptığıma inanıyorum.

BAHÇELİ, CAMİAYA HAKSIZLIK ETTİ

Türkeş'in ölümünden sonra MHP'den neden ayrıldınız?

Hayır ayrılmadım, biz MHP'yi sırtımızda taşıdık. Türkeş'ten sonra MHP'deki birlik ve beraberliğin korunması için çok gayretlerimiz oldu. Ben kongrede de Devlet Bahçeli'yi destekledim. Ancak o görevimizi tamamladığımızı düşündü ve bizi çağırmadı. Türkeş'ten sonra, milliyetçi kadroların mutlaka muhafaza edilmesi gerektiğini tüm kongre süreçlerinde anlattım. Ufku dünyaya, alnı Allah'a açık kadrolar. Ancak kongrelerde hep ayrılık hareketleri oldu.

Size karşı haksızlık edildiğini mi düşünüyorsunuz?

Bana karşı değil, ama camiamıza karşı haksızlık etti. Ben gidip aday bile olmadım ve bunu kendisine de söyledim. Ama Genel Başkan'ın geçmişine karşı bir adalet duygusuyla yaklaştığını kimse söyleyemez. Bu hareketi tırnaklarıyla bir yerlere getiren kadroların 4'te 3'ü şimdi aktif değil. 450 bin üyemizin kaydı silindi.

Bahçeli ve mevcut kadro MHP'yi iktidara taşıdı ama...

Ama MHP'nin iktidara gelişi bir sonuçtur. Düne sadık, dava geleneğini iktidar ortağı olarak vurgulayabilecek bir iradeyi ortaya koyduğu için iktidar oldu. Bugünkü iktidarla alınan reyler arasında bir tezatlık var.

Türkeş: Hazır mıyız? Çörekçi: Hazırız komutanım

Türkeş'ten neler öğrendiniz?

Türkeş, değişen şartlara göre hareket edebilen, yükselen değerleri iyi farkedebilen ve kiminle nasıl konuşacağını çok iyi bilen bir liderdi. Köyde Ahmet ağa ile konuştuğu zaman Mehmet ağa, tarikat şeyhinin karşısında ise murid olurdu. Tarikat şeyhlerinden Abdurrahman Reyhan ile görüştü. Bu şeyhe Erbakan da gidiyormuş. İki lideri sormuşlar şeyhe, 'Erbakan gelince konuşuyor, Türkeş gelince dinliyor. Aralarındaki tek fark bu' demiş.

Ama bir askerle konuştuğu zaman devletin kurucusu Atatürk'ün varisi gibi konuşurdu. Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Ahmet Çörekçi Paşa ile bir görüşmesine şahit oldum. O günlerde Yunanistan'la sorunlarımız var. Gazeteler, o günkü durumu 'çatışmayı bir fırtına engelledi' diye yazdılar.

Türkeş'i havaalanında İstanbul'a göndereceğiz, bir odada bekliyoruz. Ahmet Çörekçi Paşa'nın geldiğini haber verdiler. Çörekçi Paşa, yanında iki korgeneralle odaya girdi. Selamlaşmadan sonra Çörekçi Paşa'yı kolundan tutup çeken Türkeş, "Ne yaptınız, hazır mıyız?" diye sordu. Çörekçi Paşa, gayet disiplinli bir subay olarak, "Hazırız komutanım. Bir gün Batı Trakya'dan girip Yunanistan'ı almaya hazırız. Çıkarmamız hazır. Onların beklediği çıkarmayı yapmayacağız, başka bir alternatif kullanacağız. Uçaklarla indirme yapar, karadan bir günde Yunanistan'ı alırız" dedi.

Herkesin gözü doldu. Türkeş, bir süre sonra Paşa'nın elini yine tutarak sordu: "Peki Suriye cephesini ne yaptınız?" Paşa, "Malesef birliklerimizin önemli bir kısmını o tarafa kaydırdık" deyince herkes kötü oldu.

Yani Türkeş, Yanunanistan'ı vurmamızı mı istedi?

Türkeş bir arzusunu ortaya koydu. Hava sahamız ihlal ediliyordu. 'Madem oradan saldırı geliyor, burada mütevazı durmak olmaz' dedi.

İsteseydi hemen iktidara gelirdi

Türkeş'in MHP'yi aslında iktidara taşıma niyeti olmadığı, partiyi daha çok eğitim merkezi gibi düşündüğü ve yetiştirdiği kurmayları diğer partilere gönderdiği değerlendirmeleri var...

Evet, aynen öyle. Ama Türkeş hep muktedir oldu. Allah, 12 Eylül'de Türkeş'i idam etmek isteyenleri, daha sonra gelip Türkeş'e danışmaya mecbur etti. Türkeş, 1944'te 'Turan' dedi. O tarihte Türkeş'i mahkum eden devlet adamlarının oğulları ve diğerleri Türkeş'in önünde örs çekiç dövdüler. Türkeş isteseydi 1994'ten önce bu hareketi çok rahat iktidara getirirdi.

Ama Türkeş bir dönem daha yaşasaydı, BBP'yi ve herkesi kucaklayarak MHP'yi iktidara taşıma niyeti vardı. Olağanüstü kongre hazırlığı vardı.

Bir gün sabah yanına gittim, rapor verecektim. 97'nin başları. Kendisinin ve hanımının gördüğü bir rüyayı anlattı. 'Benim çok az ömrüm kaldı. Allah bir kongrelik ömür daha verirse...' dedi... MHP'yi iktidara çekmek istediğini söyledi. Bu sırada kendisine Tuğrul'un genel başkanlığı için çok büyük telkinler de oldu ama önceleri kabul etmekle birlikte sonradan vazgeçti. Türkeşi ençok yanıltanlar, Türkeşçiyim diyenler oldu. Bunları Yaşar Erbaz Bey'e de anlattı.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Basbuğ Türkeş'in dünyada çok az kişiye nasip olan ,Kabe'nin içini görme şerefine eriştiği belirtildi.



Oğlu Tuğrul Türkeş'in anlattığına göre;1977 senesinde başbakan yardımcısı iken Hacc farizasini yerine getirmek üzere kutsal topraklara giden rahmetli Alparslan Türkeş'in Suudi  kralının özel izniyle Kabe'nin içine girdiği,bir süre burda dua ettikten sonra eline bir süpürge alarak Kabe'nin içini süpürdüğü ortaya çıktı...

Türkeş Arusiler'le gizlice görüşürdü
25 Ağustos 2001 günü, Musevi kökenli ünlü iş adamı Üzeyir Garih Eyüp Mezarlığı'nda bıçaklanarak öldürüldüğünde, herkes Garih'in Müslüman mezarlığında ne işi olduğunu tartıştı. Garih'in cesedinin Mareşal Fevzi Çakmak'ın kabrinin yanıbaşında bulunması çeşitli komplo teorileriyle yorumlandı. Cesedin yakınlarında bir kabir daha vardı: Küçük Hüseyin Efendi'nin kabri. İlk gün gözden kaçan bu küçük ayrıntı, ertesi gün Garih olayının göbeğine oturdu. Garih'in Eyüp Mezarlığı'nda yatan Nakşibendi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi'nin kabrini düzenli olarak ziyaret ettiği ortaya çıktı. 1930 yılında vefat eden Nakşi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi'nin Garih'in babası ile yakın dost oldukları, hatta iki kişi arasında neredeyse şeyh-mürit ilişkisi olduğu iddiaları gündeme geldi. Üzeyir Garih'in Küçük Hüseyin Efendi'nin mezarını yaptırttığı da ortaya çıktı. İddialara göre Garih'in babası gizlice Müslüman olmuştu. Öte yandan yaptığımız araştırmalar sonucunda Musevi işadamı Üzeyir Garih ile yakın ilişkisi bulunan MHP'nin efsanevi lideri Alparslan Türkeş'in Küçük Hüseyin Efendi'nin müritlerinden Ömer Fevzi Mardin'in kurucusu olduğu Arusilik'le yakın ilişkisini ortaya çıkarmış, hazırladığımız bir kitapta bu bilgileri kamuoyuna aktarmıştık. Böylece kamuoyu Arusilik adıyla anılan tasavvufi akımın varlığına tanık oldu (Öldüren Sır: Garih/Sıradışı Bir Musevinin Portresi, Bakış Yayınları, Kasım 2001).
MHP lideri ve ülkücülerin Başbuğu Alparslan Türkeş'in gizli dünyasında önemli bir yer tutan Arusilik Tunus/Libya kökenli bir tasavvuf hareketi. Arusiler Osmanlı Devleti'ne bağlılıklarıyla tanınıyorlar. Birinci Dünya Savaşı'nın yanısıra Kurtuluş Savaşı'nda da maddi ve manevi olarak Türkiye'yi desteklediler. Tarikate adını veren Ahmed bin Arus'tur. Tarikat asıl ününü, Ahmet Bin Arus'un müridi Selim Feyturi'nin oğlu Seyyid Abdusselam El Esmer ile kazandı. Ahmed bin Arus Horasan'dan Afrika'ya gelen Şeyh Fethullah-ul Acemi'yyul Horasani'ye intisab etti. Ahmed bin Arus Tarikat-i Sazeliyye'den de halifelik almış olmakla birlikte, Medyeniyye, Sazeliyye, Cestiyye ve Kadiri tarikatlarinin bazı özelliklerini birleştirerek müstakil bir hüviyet kazandı. Seyyid Abdusselam ise 1460-1560 tarihleri arasinda yaşadı. Dergahı Libya Zileytin kasabasındadır. Arusuilik Osmanlı zamanında Afrika'da yayılabildi. Girit, İzmir gibi yerlere değişik zamanlarda Arusi şeyhleri gönderildi, ancak İstanbul'da zuhur etmesi 1900'lerin ortalarını buldu. İstanbul'da Arusiliğin ilk müntesibi Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi'ydi.

İlk Arusi Filibeli Ahmet Hilmi

Sultan 2. Abdülhamid tarafından Fizan'a sürgün edilen aydın, yazar ve bilim adamı Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, burada iken Arusi tarikatine intisap etti. Ahmet Hilmi Bey, 1913'te Şeyh Mihriddin Arusi adıyla, 'İki Gavs-ı Enam: Abdülkadir ve Abdüsselam' isimli bir broşür yayınladı. Bu eserinde Abdülkadir Geylani ve Şeyh Abdusselam'ı tanıttı. Bir iddiaya göre masonların faaliyetlerini deşifre eden Ahmet Hilmi zehirlenerek öldürüldü. Ancak Arusilik asıl olarak soyu Abdülkadir Geylani'ye dayandırılan ve Mardin'de Şirin Dede namı ile maruf Kadiri şeyhi zatın torunlarından, Sultan 2. Abdülhamid devrinde kazaskerlik yapan, İmam-ı Gazali'nin İhya-i Ulum-iddin adlı eserine ondokuz cilt Türkçe şerh yazan Yusuf Sıdkı Efendi'nin torunu Ömer Fevzi Mardin tarafından kuruldu. Ömer Fevzi Mardin, hem aile çevresi içinde manevi terbiye ile yetişti, devrinin askeri okullarından mezuniyet ile orduya katılarak binbaşılık rütbesine kadar yükseldi. Teğmenlik yıllarında İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne katılan Ömer Fevzi Mardin, Osmanlı Devleti'nin İtalyanlar ile yaptığı Trablusgarb Harbi'nde Hamidiye kahramanı namını Rauf Orbay ile paylaştı. Dönemin hükümeti tarafından ödüllendirilmek istenen Mardin, sadece Hamidiye Zırhlısı'nın savaştaki bayrağını kabul etti. Hamidiye bayrağı Mardin'in yakınları tarafından daha sonra Deniz Müzesi'ne bağışlandı.

Mardin Teşkilat-ı Mahsusa'da çalıştı

Mustafa Kemal Atatürk, Enver Paşa ile birlikte Trablusgarp Savunması'na gönüllü olarak katılan Ömer Fevzi Mardin, bu dönemde silah ve cephane sevkiyatıyla meşgul oldu. Avrupa'dan temin ettiği silah ve cephaneyi bir tekneye yükleyerek Mısır yoluyla İskenderiye Limanı'na geldi. Amacı cephaneyi deve kervanı ile Libya'ya sokmaktı. Ne var ki İngilizler sevkiyatı haber alarak tekneye el koydular. Ömer Fevzi Mardin, İskenderiyeli kabadayılarla birlikte tekneye baskın yaparak cephaneyi Libya'ya ulaştırmayı başardı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında bir süre Tahran Sefareti Ataşemiliterliği'nde bulunan Ömer Fevzi Mardin, Teşkilat-ı Mahsusa'nın emriyle İran'ın İngiltere ve Rusya'nın nüfuzundan kurtarılması için çok önemli girişimlerde bulundu, hatta bu yüzden iki kez başarısız kalan suikastlere hedef oldu. Mardin'in İran'daki faaliyetleri Almanlar'ı da rahatsız etti. Bu nedenle Mardin'e yönelik suikast girişimlerinde Almanlar'dan da kuşkulanıldı. İran'da iken Sünni ve Caferi mezhepleri arasındaki uzlaşmazlıkları çözümlemek için ulema ile temaslarda bulundu. Caferiler'in Hacc taleplerinin karşılanması için Osmanlı Hükümeti nezdinde aracılık yaptı. Mardin'in iki mezhep arasındaki ilişkileri geliştirme çabaları Osmanlı Devleti'nin savaştan yenik çıkmasıyla akim kaldı.

Şeyhi ölene kadar bekledi

Bir süre Harbiye Mektebi'nde öğretmenlik yapan Mardin, Rauf Orbay'ın tavsiyesiyle İstanbul'da Koca- mustafapaşa semtinde Nakşibendi-Halidi şeyhlerinden Küçük Hüseyin adı ile maruf Hüseyin Hüsnü Ankaravi'ye intisab etti. Bilahare şeyhinden Nakşibendi icazeti aldı. Şeyh Hüseyin Hüsnü Efendi'nin 1930'da vefatına kadar talebe almayan Ömer Fevzi Mardin, 1940'dan itibaren Nakşibendi, Kadiri, Mevlevi, Şabani dersi verip halifeler ve müridler yetiştirdi. Arusi kaynaklarına göre Ömer Fevzi Mardin'in Arusi tarikatindan ilk ders verdiği kişi, daha sonra halifesi olan Mustafa Aziz Çınar'dır. Böylece Arusi Selami Ömeriyye Türkiye'de Ömer Fevzi Mardin ile baslayıp, Mustafa Aziz Çınar ve Şeyh Necmettin Oyman ile devam ederek bugünlere ulaştı. Yine cemaat kaynaklarına göre Afrika dışında kalan ülkelerde Arusilik ile ilgili tasarruf Ömer Fevzi Mardin'e ve bu koldan yetişen halifelerine verildi.

Libya Arusileri klasik esma tertibi usulu ile diğer Arusiler ise Ömer Fevzi Mardin'e Uveysiyye tecellisi ile verilmis esma tertibi yoluyla seyri süluk görüyorlar. Bu nedenle Arusilik Türkiye'de Arusi-Selami-Ömeriye olarak nitelendiriliyor. Mardin'in Kadıköy Kalamış'taki evi dönemin fikir ve bilim adamlarının katıldığı sohbet halkasına sahiplik etti. Kadıköy Toplantıları'nın müdavimleri arasında Küçük Hüseyin Efendi'nin talebelerinden Prof. Hasan Reşat Sığındım ile Prof. Süheyl Ünver'in yanısıra Mehmet Ali Ayni, Prof. İsmail Hakkı İzmirli ve Cami Baykut da yer alıyordu.
MHP'den istifasını Şeyh Erbil önledi
MHP lideri Türkeş 1989'da kendisine yönelik eleştirilerden iyice bunalır, siyaseti bırakmayı dahi düşünür. Türkeş, içini ne zaman bir sıkıntı sarsa Arusi Şeyhlerini ziyaret ederdi. Bu kez de öyle yaptı. Arusi şeyhlerinden Mehmet Faik Erbil'e içini açan Türkeş'in gözbebekleri doldu. Erbil, Türkeş ile arasında geçen özel görüşmeyi yakın çevresine şu sözlerle anlatıyordu:
"Türkeş Bey sohbet esnasında bir ara sıkıntılı ve üzüntülü olduğundan bahisle şöyle dediler: 'Efendim, ülkücü gençlerimizin, evlatlarımızın şehâdeti hususunda sanki suçlu ben imişim gibi gösterilmek isteniyorum. Bundan da çok üzüntü duyuyorum. Eğer müsaadeniz olursa şimdi buradan telefonla genel merkeze hemen istifamı bildireyim ve yarım saat içinde hizmetlerimi burada noktalamış olayım.' Cenâb-ı Allah'ın izni şerifiyle cevabımız şöyle oldu: 'Hayır. Zâtınızın üzüntüsünü, kederini mucip olacak hiçbir vebâliniz yoktur. Hazret-i Peygamber Efendimiz o vatan şehitlerinin hepsini kanatları altına almıştır. Bundan daha büyük saadet olur mu. Siz yiğit bir insan ve büyük bir vatanperver olarak hizmete devam ediniz' deyince çok rahatlayıp, memnun kaldılar ve bu ifademiz üzerine 'peki efendim' dediler ve istifa etmekten vazgeçtiler. 1989 senesinde genel başkanlıktan ayrılması da böylece önlenmiş oldu. Sinemizde saklı nice gerçeklerin en küçüklerinden birisi budur. O gün beraber geldikleri refikası da bu konuşmayı olduğu gibi duydular."
Türkeş'in 25 yıllık büyük sırrı
Ömrü boyunca Türkiye'deki Arusi şeyhlere yakınlık duyan ve her zaman istişarelerde bulunan MHP lideri Alparslan Türkeş, Hindistan'dan sürgünden döndükten sonra siyasete atıldı. Türkeş siyasete atılma kararını gizlice ziyaretine gittiği Arusi Şeyhi Mustafa Aziz Çınar'a da açarak fikrini aldı. Arusiler'in önde gelen isimlerinden Mehmet Faik Erbil Efendi, şeyhi Aziz Çınar ile Türkeş arasında geçen görüşmeyi şöyle anlatıyor: "1964 senesinde rahmetli Alparslan Türkeş suret-i mahsusada şeyhim Arif-i Billah Mustafa Aziz Çınar Hazretleri'nin huzuruna gelir ve birlikte akşam yemeği yerler. Bir ara Türkeş Bey kendilerine siyaset yolu ile memlekete hizmet etmek arzusunda olduklarını ifade ederler. Mübârek şeyhimden aldıkları cevap aynın şöyledir: 'Alparslan Bey, siz siyaset yapmıyorsunuz. Sizin yaptığınız vatan müdafiiliğidir. Bu yolda hizmete devam ediniz.' Yirmibeş sene sonra yani 1989 senesi içerisinde fakirhanemizi ziyaret günlerden birinde idi ki akşam yemeğini müteakip âcizaneme evveliyatını bilmediğim ve o esnada muhatap olduğum yukarıda bahsedilen aynı suali soran rahmetliye cevabımız şu oldu: 'Sizin yaptığınız siyaset değildir. Siz hizmetlerinizi vatan müdafaasına hasretmişsiniz. Yolunuza devam ediniz. Allah muvaffak eylesin' deyince, rahmetli bunun üzerine birdenbire heyecanlandı ve 'Allah Allah, Allah Allah' diyerek dedi ki: 25 seneden beri sakladığım bir sırrı şimdi ben de size açıklayacağım. 1964 senesinde Şeyh Aziz Çınar Hazretleri'nin bana söylediğini tam 25 sene sonra yani 1989'da siz de aynen söylüyorsunuz."

Arusiler beni yalnız bırakmadı

Türkeş yaşamı boyunca manevi desteklerini aldığı Arusiler'e şükran duyguları taşıdı. 11 Aralık 1987'de Mevlana İhtifali vesilesiyle Ankara'ya giden Arusi Şeyhi Mehmet Faik Erbil'le Bulvar Palas'ta özel bir akşam yemeğinde bir araya gelen Alparslan Türkeş, Arusiliğe olan sevgisini ve bağlılığını dile getiriyordu. Yemekte Türkeş'in eşi Seval Türkeş Hanım da vardır. 12 Eylül döneminde askeri mahkemelerde idamdan yargılandığını ve Arusiler'in kadim şeyhlerinden Abdusselam El Esmer'in himmetiyle kılpayı kurtulduğunu belirten MHP lideri Türkeş, Mehmet Faik Erbil'e başından geçen olayları heyecanlı bir şekilde şöyle aktarıyor: "Hakkımdaki idam fermanı önceden verilmiş ve üç bacaklı sehpa kurulmuştu. Çok büyük bir evliya olan Hazreti Pir Seyyid Abdusselam el Esmer Sultan'ın yüzü suyu hürmetine bu belanın üzerimden ref-i def olması için Allah'tan niyaz ettim. Cenâb-ı Allah'ın izni iledir ki, Hazret-i Pîr Seyyid Abdüsselâm el Esmer Sultan'ın çok himmetini gördüm ve üç bacaklı idam sehpasına mübareğin attıkları bir tekme ile idamdan döndüğüm gibi bugün dimdik ayaktayım. Kendilerine medyun-u şükranım. İkincisi, haksız yere yattığım hapisten sonra çoluk çocuğumla Avrupa'ya gittim. Alman hükümeti, yapılan fitne üzerine, hava meydanından geri dönmemi istedi. Yarım saat içerisinde Seyyid Abdusselam Hazretleri'nin himmetini gördüm. Alman İstihbarat Başkanı benden özür diledi ve Frankfurt'a girdim. Üçüncüsü, İngiltere'ye gitmek üzere iken Fransa'ya inmek zarureti hasıl oldu. Aynı şekilde Paris'e girmeme müsaade edilmedi. Yine o mübarek pîrin himmetleri ile on beş dakika içinde bizzat Paris Emniyet Müdürü gelerek özür diledi. Paris'e, oradan da İngiltere'ye geçtim. Ya Allahım! Bu büyük evliyayı nasıl sevip de ona hürmet etmeyeyim. Beni herkesin terkettiği en kara günlerimde ve en zor zamanlarımda gerçek bir karagün dostu olduğunu unutmam mümkün değildir. Evlatlarımın, katillerin, vatan hainlerinin zalim kurşunlarına hedef olmaması hususunda bize gösterdiğin alaka beni çok mütehassis etmiştir. Allah senden razı olsun."
1930'larda Ömer Fevzi Mardin ile başlayan ve Bedirhani Mustafa Aziz Çınar ile devam eden Arusi-Selami-Ömeriye tarikatinin son şeyhi olan Mehmet Faik Erbil, Türkeş'in gizli dünyasında önemli bir yer tutuyor. Erbil, önümüzdeki günlerde neşredilecek olan Mir'at'ül Hakaik (Hakikatlerin Aynası) isimli eserinde Arusilik ve Türkeş hakkında son derece özel bilgilere şöyle yer veriyor:

"Hakikat hayatına dair bir misal: Alparslan Türkeş Bey'in kendisine, bir büyük şehrin tapusunu sana verelim, dünyaya döner misin deseler, başını çevirip bakmaz bile. (..)Hususi görüşmelerimizden birinde bize 'Müslümanım ve Müslüman olarak yok denildiği ve yerildiği zamanlarda varlığını dile getirdiğim Türk ırkının mevcudiyetinin sağlam düşünce ve berrak fikirle isbatı üzerine uğradığım dahili ve harici bütün tasallutlar eğer suç teşkil ediyorsa ben buna çoktan razıyım' diyen merhum Türkeş'e şöyle dedik: 'Cenâb-ı Allah itibarınızı ziyadesiyle iade edecektir.' Nitekim, fuzûli yasakların kaldırılmasından sonra vefatına kadar geçen zaman dilimi içerisinde üç-beş arkadaşı ile birlikte merhum Türkeş Türkiye'nin tutkalı, âdeta gizli bir cumhurbaşkanı gibi herkes tarafından, hattâ bir dönem katı muhaliflerince bile mütalaâ ve kabul edilmişti.


Bu konu hakkında yapılan bir polemik konusuda Türkeşin bu tarikatın müridi olduğu söylentileri idi.Namık Kemal Zeybek buna açıklık getiriyor.
1963'den başlayarak 12 Eylül 1980'e kadar merhum Türkeş ile yakın çalıştım ve sık sık görüştüm. 12 Eylül'den sonra da iki yıl aynı tutukevinde birlikte kaldık...
Bilerek
YANİ bilerek söylüyorum:
Alparslan Türkeş, dinine bağlı ve tasavvufa saygılıydı. Ama yine kesin olarak söylüyorum. Bağlı olduğu şeyhi falan yoktu. O bir dava adamı siyasetçi idi... Birçok şeyh ile de dede ile de görüşürdü. Toplumun bütün güçlerini milli davaya yönlendirmek için bunu yapardı. Görüştüğü her şeyh onun şeyhi, görüştüğü her dede onun mürşidi ya da görüştüğü her düşünce adamı onun yol göstericisiydi, denilebilir mi?
Evet... Merhum Başbuğ Alparslan Türkeş'in örnek aldığı bir insan elbette vardı... O insan hepimizin yaptıklarına ve öğrettiklerine uyanıkça bakmamız gereken insandı. Yani ATATÜRK...
Atatürk de din önderleri ile görüşürdü...

SON BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ biyografisi


ALPARSLAN TÜRKEŞİN KISA BİYOGRAFİSİ
25. Kasım .1917 ,Kıbrıs,Lefkoşada doğdu.
Ana adı: Fatimat-ül Zehra
Baba adı:Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey
1933-Türkiyeye göç ve Kuleli Askeri Lisesine giriş
1936-Pekiyi derece ile Askeri Liseden Mezun (Asteğmen)
1938-Harbiyeden mezuniyet
1944-Türkçülük-Turancılık davasında n tutuklanma
1951 Kurmay okuluna giriş
1955-Harb Akademisinden mezuniyet (Kurmay Binbaşı)
1960-Başbakanlık Müşteşarı
Devlet Planlama Teşkilatı Devlet İstatistik Enstitüsü
Türk Kültürünü Araştırma Enstitülerini kurdu.
13. Kasım 1960- 14' lerle birlikte sürgün edilir.Hindistanda T.C. Askeri Ateşesi.
13 Kasım 1963-Sürgünden dönüş
31 Mart 1965 CKMP'ye katılır.(Millet Partisi Mareşal Fevzi Çakmak tarafından kurulmuş,daha sonra  Bölükbaşıbaşkan olur.1954 yılında M.Partisi Demokrat Parti tarafından kapattırılır.Bölükbaşı 1955 yılında Cumhuriyetçi Millet Partisi olarak kurulur.1958 yılında Köylü Partisi C.K.P'ye ilhak olur.Adını Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi alır.1962 de CKMP ikiye ayrılırBölükbaşı Millet Partiyi kurar)  Kuruluş Tarihi

CMP Genel Başkanı Osman Bölükbaşı yeni partinin de başkanı seçildi. Osman Bölükbaşı ve onu destekleyen 29 milletvekili partiden ayrıldılar; ikinci kez Haziran 1962'de Millet Partisi’ni kurdular. Bunun üzerine CKMP genel başkanlığına önce Ahmet Tahtakılıç (1962), sonra da Ahmet Oğuz getirildi.

14'ler diye bilinen gruptan Ahmet Er, Muzaffer Özdağ, Dündar Taşer, Rıfat Baykal, Mustafa Kaplan, Numan Esin, Fazıl Akkoyunlu, Şefik Soyuyüce CKMP'ye girdi ve Alparslan Türkeş, 31 Mart 1965’te CKMP’ye katıldı. 1 Ağustos 1965’te genel başkan seçildi. Yöneticiler şu şekildeydı:

    * Alparslan Türkeş, genel başkan
    * Necati Gültekin
    * Dündar Taşer
    * Mehmet Irmak
    * Agah Oktay Güner
    * Mustafa Kemal Erkovanlı
    * Yaşar Okuyan
1 Ağustos 1965-C.K.M.Partisine Genel Başkan olur.
Aynı yıl T.B.M.M.'ne Ankara Milletvekili olarak girer.
1969-C.K.M.P. adını değişir ve MHP olur.Amblemi üç hilal olur.
aynı yıl Adana milletvekili olur.
31 Mart 1975-13 Haziran 1977= I. M.C. hükümetleri Başbakan yardımcısı,Devlet Bakanı.
1 ağustos 1977-31 Aralık 1977=II. MC. Koalisyon hükümeti Başbakan Yardımcısı Devlet bakanı
12 Eylül 1980- Marmaris itinin darbesi.Siyasilerin tutuklanması.MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davasında kendisiyle beraber 218 ülkücünün idam edilmesi istemiyle tutuklanması.
9.Nisan 1985-Beraat ve tahliye
6 Eylül 1987-Referandumla beraber siyasete dönüş
4 Ekim 1987- Milliyetçi Çalışma Partisi Genel Başkanı
20 Ekim 1991- Yozgat Milletvekili
27 Aralık 1992-Sadi Somuncuoğlunun Türkeşin karşısında MHP genel başkanlığına aday olmasyla yapılan kongrede Türkeş Genel Başkan seçilir.MHP'nin ismi ve amblemiMÇP'ye devredilir.
24 Ocak 1992- MÇP olağanüstü Kurultayı ile MÇP ,MHP adını alır.
4 Nisan 1997-YÜREKLERDE YAŞIYOR..
Yazdığı Eserler:
1- 1944 Milliyetçilik olayları
2-Türkiyenin Meseleleri
3-Yeni Ufuklara Doğru
4-Dış Politikamız ve Kıbrıs
5-Temel Görüşler
6-27 Mayıs ve gerçekleri
7-Gönül Seferberliği
8-Kahramanlık Ruhu
9- 9 Işık
Bu eserlerden 9 Işık adlı kitabı 1980 öncesi Türkiyede en çok basılıp satılan kitap olarak rekor kırmış,daha sonra başta Amerikan üniversiteleri olmak üzere Dünyanın bir çok Üniversitesinde sosyo-ekonomik model olarak eğitim müfredatında yer almıştır.
 MHP'nin genel seçimlerde aldığı oy oranları

    * 1969 % 3.02
    * 1973 % 3.38
    * 1977 % 6.42
    * 1995 % 8.18
    * 1999 % 17.98
    * 2002 % 8.35
Bu çalışmayı meydana getirirken bana engin bilgilerini aktaran ve yazmama vesile olan can kardeşim Kurmay Yarbay Azer Caferov nezdinde Tüm Azerbaycana selam sevgi ve saygılarımı iletirim.
Tanrı Dağından esen yeller
Şimdi sana selam söyler
Selam ,selam Turan'a
Selam sana Başbuğum !
CEMAL EMİRZEOĞLU