24 Kasım 2011 Perşembe

SON BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ 5

Üniversitelerdeki hakimiyetin ardından diğer bölümleride tamamlanınca Türkiyeyi ele geçirecek olan Sovyet Rusya Akdenizde ki Sıcak Sulara inme düşlerini gerçekleştirecekti.Kominist ideolojinin karşısında alternatif bir ideolojinin  olmaması da ayrıca sevindiriciydi sovyetler için.

İşte bunları çok iyi bilen ve gören A.Türkeş işe sıfırdan başlayarak Türk Gençliğini bilinçlendirip,eğiterek Türklüğü esaret altına sokacak bu akıma set çekmek için harekete geçer.4 Üniversite talebesine seminerler vererek başlattığı Gençlik Hareketi bir anda çığ gibi büyüyerek günümüzde milyonlarca gencin gönlünde taht kuruyordu.Türkiyede çığ gibi büyüyen Milliyetçi Hereket ve Ülkücü Gençliğin Türk Milletinin bağrından fışkırması,Akdenizdeki sıcak sulara inme planlarındaki Sovyetleri tedirgin etmiş yeni bir Enver Paşa, yeni bir Sarıkamış mı diye Ürkmüştü.
(Bilindiği üzere Ruslar hasta adam diye ilan edilen Osmanlıyı İngiliz,İtalyan ve Fransızlarla paylaşarak Anadoluyu işgal etme planları çerçevesinde Rus ordusunun büyük bir kısmını Kars-Sarıkamış hattına yığmış,Mart ayı başlarındada karların çekilmesiyle beraber Sarıkamış üzerinden Anadoluya girip Nisan ayında Rus atlarını konya ovasında otlatacakları bir askeri harekata girişmek arzusundaydılar.Teşkilat-ı Mahsusa dan gelen istihbaratlar da bunu doğrulayınca Erkan-ı Harb toplanır ve Ruslara baskın bir taarruz düzenlenir.Ordunun en önünde yoğun kar fırtınası ve dondurucu soğuğa aldırmaksızın Enver paşa ve birliği Ruslara saldırırlar ve ne olduğunu anlamayan Ruslar bu intihar saldırısı karşısında Kafkasları ve Azerbaycanı boşaltarak Rusya içlerine çekilmiş ve Rus tehdidi defedilmişti.Bu harekatta Osmanlının zayiatı resmi olarak 17.000 şehid olmuştur.Çanakkalede 150 bin üzerinde şehid verildiğini mukayese edersek pekde çok bir rakam değildir.Kremlindeki Rus harp akademisi arşivlerinde bu harekat Türklerin zaferi,Rusların bozgunu olarak anlatılır.Sonuçta buna bir PİRUS zaferi de denebilir.)
 Rusyadan büyük destek alan Türkiyedeki Komunistlere planlarının aksamaması için var gücüyle destek veren Sovyet Rusyanın en büyük korkusu karşılarına dikilen bu akımın sovyet Rusyada yaşayan Türklerede sıçraması ve Esir Türklerin ayaklanıp Sovyetlerin dağılmasına sebep olması şüphesiydi.

Eğer Rusyanın planları tutmazsa Akdenize inemezse,Türkeş Türkiyede iktidara gelirse büyük çoğunluğu Sovyet Rusyada yaşayan Esir Türkler ayaklanır ve Rusya yıkılırmıydı?

İşte yıllar sonra Üzbekistandaki ERK hareketinin Lideri Muhammed Salih'in kendi ağzından Türkeş için söyledikleri:

-Ben 1993 senesinde Ankara'da rahmetli Alparslan Türkeş ile ilk defa görüştüm. Kendileri bana 1992'de Türkiye başbakanı Süleyman Demirel heyetiyle Taşkent'e gittiğini fakat beni göremediğini söyledi. “Sizinle görüşmek istedim. Görüştürmediler. Muhammed Salih yurt dışına gitti, dediler. Daha sonra öğrendik ki, siz evinizdeymişsiniz. Beni aldatmışlar.” dedi.

20. asır Türkçülüğünün lideri sayılan bu sabık albay Türkiye'deki Milliyetçi Hareket Partisi'nin reisi, yetmişin üzerinde bir yaştaydı. Onun çehresinde uzun süren hapis ve sürgün yılları tuhaf nakışlar yapmıştı. Boğuk sesinde bir kadimlik vardı. Ona eski Altay Türklerinin ananelerine göre Başbuğ diye hitap ediliyordu.

Ben kendisine 1972 senesi Çin'e giderek Uygurların haklarını talep ettiniz mi? diye sordum. Başbuğ “Hayır. Çin'e hiç gitmedim” dedi.

Kendisine talebelik yıllarımdaki o hatıramı anlattım; çok etkilendi. Şayet “kırklı yıllardan beri Türkçülük ülküsü için çektiğim ıstıraplar boşa gitmemiş” diye düşündüyse buna şaşmamalı. Önemli olan şuydu: Orta Asya Türkleri müstemlekenin en durgun zamanları kabul edilen 70'li yıllarda dahi kendi haklarını savunacak kahramanları beklemeye devam etmişti. Onlar ortaya çıkmayınca, bu defa bu kahramanları hayallerinde yaratmaya başlamışlardı. Alparslan Türkeş, Orta Asya Türkleri meselesini Türkiye'de ilk defa ortaya koyan siyasî liderdi. Bu sebeple “Millî Şef” İsmet İnönü hükümeti tarafından ağır işkencelere maruz kalmışlardı. Orta Asya Türkleri bu olayları ikinci, üçüncü elden sisler arasından işitmişti. Ancak bu bile yeterliydi. Hürriyet isteyen Türk kavimlerinin, uzaktaki albay hakkında efsaneler uydurması için bu yeterliydi.

Bunları bilip ürken Sovyet Rusya,var gücüyle Türkiyedeki komonistlere Ülkücülere saldırıları başlatıyordu.60`lı yılların sonlarında başlayan bu saldırılar 1980 darbesine kadar devam edecek,1970 li yılların ikinci yarısında adeta iç savaş halini alacaktı.Komonistlerin hedefledikleri Türkiyeyi ele geçirme planlarında hesaplara uymayan bir engel çıkmış ve dirençleri kırılmıştı.Fakat buna rağmen hergün Ülkücülere Saldıran komonist çeteler aynı andada Askere ve polise de saldırmaktan geri kalmıyordu.32 Franksiyonla Türkiyede faaliyet yürüten komonist çeteler,Üniversitelerden sonra fabrikalar,işyerleri,mahalleler derken köyleride işgal eder hale geldiler.Devlet tam bir acizlik içersinde olayları seyrediyordu.Sağ-sol çatışması diye adlandırılan bu savaşta Komonist teröristler birçok ilin kalesindeki burçlardan Türk Bayrağını indiriyor yerine Sovyet Rusyanın Orak Çekiçli Bayrağını asıyordular.Duvarlara "Rus Askerine Selam Dur Türk Askerine arkadan Vur"diye yazılar yazarak yakında Rusyaya davetiye çıkaracaklarını söylüyorlardı.İşte o günlerin vahametini anlatan bir anısını yakın çevresinde bulunan Muzaffer Şahin'in kendi ağzından dinleyelim;
Duygu dolu anları
'Türkeş duygulu bir insandı' diyen Şahin, kimi zaman gözleri dolarak Başbuğ'un o anlarını da anlattı: '12 Eylül öncesinde Piyango Tepe katliamı olmuş ve 7 kişi öldürülmüştü. O sırada Bakanlar Kurulu devam ediyordu. Bir not yazdık ve Başbuğ hemen dışarı çıktı. Yaşanan olayı kendisine anlatırken bir arkadaşımız, 'Ölenler bizden değil efendim' dedi. Bunun üzerine Türkeş, çok sert bir ifadeyle, 'Nasıl bizden değil. Ölen Türk, öldüren Türk. ölen Müslüman, öldüren Müslüman. Moskov orada bayram yapıyor, sen ölenler bizden değildi diyorsun' diyerek tepki gösterdi ve gözleri doldu. Makam odasına giren Türkeş, yüzünü yıkadıktan sonra tekrar çıktı ve Bakanlar Kurulu'na girdi.'
Üniversiteli ülkücüler
Zeytinburnu ilçe başkanlarının 5 defa şehit edildiğini hatırlatan Şahin, 5'inci cinayetten sonra Zeytinburnu'nda teşkilatlanmamaya karar verdiklerini, fakat İstanbul'dan gelen 20 -30 üniversite öğrencisinin Zeytinburnu teşkilatını tekrar kurmak istediklerini Türkeş'e ilettiklerini söyledi. 'Başbuğ, bu arkadaşları ikna etmeye çalıştı, fakat onlar kararlıydı' diyen Şahin, Türkeş'in 'Ölüm tehlikesini bilerek orada teşkilatlanmayı göze aldılar. Bunların hepsi vatan millet Allah delisi. Olaylara rağmen bu kadar isteklilerse yapacak bir şey yok' diyerek, hem üzüntü hem de davanın şuurunu kavrayan gençleri gördüğü için mutluluk duyduğunu kaydetti.

Bu olayların olduğu günlerde yine bu komonist çeteler büyük bir grupla Fatsada bir köyü basıyor ve köy köy halkını esir alıyordu.Polis ve Jandarma 1 hafta boyunca köye giremiyordu.Sahneye yine Ülkücüler giriyor ve Jandarmadan izin alıp Köyü komonistlerden temizleyip geri alıyordu.İç savaş gibi bu çatışmalar Türkiyenin dört-bir yanında hergün yaşanıyordu.Türkiyeyi önce Üniversitelerden başlayıp,sonra fabrika ve mahalle ve köylere yayarak Kurtarılmış bölgelerle ele geçirmeye çalışan komonist çetelerin karşısında Ülkücüler Başbuğları gibi şartların olumsuzluğuna,imkanların elverişsizliğine aldırış etmeden büyük bir cesaret ve kahramanlıkla bu saldırıları çoğu zaman dededen kalma kırk çakar bir yakar silahlarla kendilerini savunmaya çalışırken,bir yandanda geleceğin Türkiyesini idare edecek kadrolarda varolmak için eğitimlerini sürdürüyordu.5000 bin Ülkücü bu saldırılarda şehid olurken,32 franksiyon halinde ülkücülere saldıran komonistlerle ecevit arasındaki fark ,Ecevit'in kapıyı kırarak değil de içerden açarak komunist Türkiyeye doğru bu gruplarla görüş ve eylem ayrılığı tezatına düşmesiydi.Tam bir Troçki hayranı olan Ecevit,Türkiyede devrimin ve Komunizmin iktidara gelmesinin yolunun teör ve şiddetten çok kalenin içten fethedilerek sol bir partiyi ele geçirerek sonrada bunun vasıtasıyla bu ideolojiyi tabandan ülke geneline yayarak devrimi gerçekleştireceğine inanıyordu.Türkiyenin o yıllarda içine düştüğü bu şiddet ortamında zaman zaman iktidara gelen Ecevit bütün marksist gruplara sahip çıkarak gelecek olan komunist devrimin Türkiyede önderi olma sevdasındaydı.Bu yüzdende bu devrimin karşısında duran Alparslan Türkeş ve dava arkadaşları Ülkücüler önlerindeki en büyük engeldi.

Büyük fikir, iman ve aksiyon adamı rahmetli Necip Fazıl’ın 1970’li yılların sonunda Başbuğ için söylediği şu sözler bazı idrak yoksullarının niçin Türkeş’e karşı hırçınlaştıklarını izah etmeye yeter :
"Türkeş günümüzün korkulan adamı... Öbürleriyse dudak bükülen ve boş verilen kişiler... Geriye kalan bahsi değmezlerden sonra anarşiye, hıyanete, rezalete, sekavete, vatan satıcılığına, her türlü namussuzluğa korku telkin etme gücü, yalnız Türkeş’te mihraklaşıyor. Türkeş ne olursa olsun tavrıyla tedirgin, edasıyla rahatsız ettiklerine verdiği ürküntü ona yeter. Onun etrafındaki antipati halkası arslan korkusu çeken karakulak dedikleri, sırtlan, çakal, köstebek, yabani eşeği gibi sefil yaratıklardandır ve bu arada komünizm sırtlanıyla başıboş kapitalizm çakalının en fazla gocunduğu, Türkeştir
".

Bu kanlı çatışmaların iç savaş halinde devam ettiği yıllarda A.Türkeş akan bu kanın durdurulması için Devlet ve Ordu yetkililerine çağrıda bulunuyor,başta sıkıyönetim olmak üzere tedbirlerin alınması için beyanatlarda bulunuyor,CHP-MHP koalisyon ortaklığına bile uğraşıyordu.CHP'den Deniz Baykal ve Vedat Dolakayın dolaylı olarak yürüttüğü bu çalışmaya ne hikmetse o zamanki CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit karşı çıkmış ve akan kanın durdurulması için yapılan çabalar sonuçsuz kalmış,Türkeşin en yakın dava arkadaşlarından eski Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak yine bir menfur saldırı sonucu bu komonist çeteler tarafından Şehid edilecekti..
Daha sonra anlaşılacaktırki Gün Sazak'ın katilleri Ecevitin uçağıyla Almanyaya kaçırılmış,ordunun ve devletin içindeki bir takım unsurlar ellerindeki gücü bu akan kanın durdurulması yönünde çaba harcamaktan kaçınırken sonradan anlaşılacağı üzere ABD Büyükelçisiyle Ankara stad otelde yapılan gizli görüşmelerde ihtilalin olgunlaşması için daha çok kanın akmasına seyirci kalınması gerekiyordu diye itiraflarda bulunuyorlardı.Bu amaçla kanlı K.Maraş ve Tokat olayları çıkartılmış,yüzlerce kişi aynı anda öldürülmüş,akan kan dahada çok akıtılarak o zaman ordunun başında bulunan Kenan Evren’in ABD ile yaptığı bu senaryonun son perdesi sahneye sürülüyordu.

1965' ten başlayan siyasi yaşantısında güncel olayların dışında Türklüğe ve Türkçülüğe hizmet etmeye devam eden Alparslan Türkeş,MHP genel Başkanı olduktan sonra her yıl Orta Asya Türk geleneği olan Baharın karşılanması" NEVRUZ"ŞENLİKLERİ 'ni "ERGENEKON"dan çıkış olarak kabul edilen gün olarak kabul edilen bu günde o yıllarda Sovyet Rusya başta olmak üzere Tüm dünyadaki Esaret altında yaşayan Türk Devlet ve toplulukların istklali için haykırılan bir kutlama olarak tertiplenirdi. 1990 lardan itibarende devletin de bunu kutlamalarda resmi olarak yapmasını sağlamıştır.

Doğu Türkistan ( Şark-ı Türkistan) Türklerinin lideri İsa Yusuf Alptekin başta olmak üzere Türk Dünyasından kopup gelenler soluğu Türkeşin yanında alıyorlardı.

1991 den sonra Türklerin göç sembolünü tasvir eden yayla şenlikleri dedelerinin ata diyarı Kayserinin Erciyes dağındaki yaylasında toplanarak ERCİYES KURULTAY'ı etkinliklerini başlatmış,1993 yılında 1.si toplanan Türk Devlet ve Toplulukları İşbirliği Kurultayını toplamış ve günümüze kadar yapılan kurultayda Türk Dünyasından gelen delegelerle Dünya Türklüğünü bir çatı altında toplamayı başarmıştır.
                                                

Alparslan Türkeş 1970 lerde artan komonist saldırılar karşısında, başında olduğu MHP'de Türk milliyetçisi gençlerin eğitimine ve geleceğin Türkiyesini yönetecek gençlerin kadrolaşmasına büyük önem veriyor,onlara Ülkü Ocakları genel merkezinde bizzatihi kendisi eğitim seminerleri veriyordu.
Mhp ve Ülkü Ocaklarının haricindeki tüm Türkiye 1944 ten beri Türkiye dışında da Türk vardır sözüne inanmıyor başta komonist örgütler olmak üzere sol görüşlü kurumlar karşı kampanya ve iftiralarla bunun yalan olduğunu söylüyorlar ,MHP ve ülkücüleri hayalcilikle suçluyorlardı buna neredeyse tüm Türkiye inanıyordu o günlerde.Taaki 1990 da Sovyet Rusya yıkılıp dağılınca 70 yıllık rüyanın gerçek olduğunu anlıyordu Türkiye !
Halbuki Alparslan Türkeş,Nihal Atsız ve arkadaşları bunu 50 yıldır söylüyordu.

1923 te kurulan genç Türkiye Cumhuriyetinde Türklük bilinci ve Türk Dünyası gerçeği Alparslan Türkeşle hayat bulmuş ve filizlenmişti. 1944 'ten bu yana geçen zaman içinde Esir Türk illerinden kaçıp gelenler soluğu Alparslan Türkeşin otağında alıyor,her yıl Nevruz şölenlerinde” Esir Türklere Hürriyet “sloganları şölenlerin baş temasını oluştururdu.

Kırım'ın kurtarıcısı

Mustafa Cemiloğlu'nu gören Türkeş'in, ona dönerek, 'Hoşgeldin, safa getirdin. Sen büyük mücadele verdin ve Kırım'ı istiklaline kavuşturdun' dediğini aktaran Şahin, ikilinin arasında geçenleri ise şöyle anlattı:
'Cemiloğlu, 'Ben kendimden vazgeçmiş betonun üzerinde ölümümü beklerken siz bana 10 dolar para gönderdiniz. Ben o an sürgünde de olsam arkamda olduğunuzu hissettim ve ayağa kalktım. Bu yüzden Kırım'ı istiklaline ben değil siz kavuşturdunuz. Siz 30 yıl önce, 4 defa şu anki Türk Cumhuriyetleri'nin liderlerini Rusya'da topladınız ve bize ruh ve heyecan verdiniz. Bu olmasaydı imparatorluk yıkılmış olsa bile biz hazır olmadığımız için hürriyetimize kavuşamazdık' diyerek Başbuğ'a olan saygılarını dile getirdiler.'
Cemiloğlu'nun 30 yıl önce çekilmiş ve içerisinde 64 kişinin olduğu bir fotoğrafı Başbuğ'a gösterdiğini söyleyen Şahin, Türkeş'in fotoğraftaki 64 kişiyi de teker teker tanıyıp, onların nerede neler yaptıklarını anlattığına şahit olduğunu ifade etti.



12 EYLÜL 1980 İHTİLALİ

Olgunlaşması sağlanan 12 Eylül 1980 harekatıyla MHP ve Ülkücü kuruluşlar kapatılıyor,Başta Alparslan Türkeş olmak üzere bütün ülkücüler tutuklanıyor,Mamaklarda ,C-5 denen işkence hanelerde sistematik bir işkenceye tabii tutuluyordular.Elinde akan kanı bir günde durduracak gücü ve yetkisi olan ordu o güne kadar akan kanı durdutmakta neden gecikmişti? 218 idam istemiyle açılan MHP ve Ülkücü kuruluşlar davası yıllar sürecek ve sonuçta yargılananların hiç birine idam verilemiyecek ve bir çoğu ihtilalden az önce Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan MHP ve Ülkücü kuruluşlar hakkındaki iftira yazıları Mahkeme savcısı Nurettin Soyer tarafından virgülüne dokunulmadan Türkeş ve MHP aleyhine açılan davanın iddianamesi olarak ileri sürülüyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder